İcra ve İflas Kanunu Şerhi - Ejder Yılmaz
İcra ve İflâs Kanunu da, Hukuk Muhakemeleri Kanunu gibi özel hukuk ilişkilerinde, borçlunun borcunu kendi rızasıyla ödememesi halinde, alacaklının, Devlet’in bu iş için oluşturduğu (cebrî) icra organları aracılığıyla alacağına en kısa zamanda tam olarak kavuşması ve ayrıca, borçlunun haklarının da korunması ile ilgili kuralların düzenlendiği temel hukukî metindir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun, yalnızca dava (yargılama) aşamasını düzenlediği dikkate alınırsa, İcra ve İflâs Kanunu, özellikle ilâmlı takipler bakımından Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun tamamlayıcısı konumundadır. İcra ve İflâs Kanunu’nun düzenlediği ilâmsız icra (ve iflâs) yolu ise, bazı şartların varlığı halinde, dava açma olanağının yanısıra alacağına (dava yoluna oranla) daha çabuk bir şekilde kavuşması için, alacaklıya tanınan “pratik” (deyiş yerinde ise; “alternatif”) bir yoldur. Derdest icra dosyası sayısının (2014’te: 23.825.000), para alacağına ilişkin hukuk davası dosya sayısının (2014’te: 3.295.000) çok üzerinde olması da bunu kanıtlamaktadır.
Ben, icra ve iflâs hukukunu, hukukun “en sıcak (ateşli) dalı” olarak nitelendiririm. Çünkü icra takiplerinin konusu, esas itibariyle, “para”dır ve alacaklı ile borçlu arasındaki zıt menfaatlerin doğrudan “para”ya odaklanması sebebiyle, taraflar, icra takiplerinde olağanüstü büyük çaba göstermek durumundadırlar. Bu nedenle, tarafların, vekillerinin ve karar verme durumunda olan organların çok dikkatli olmaları gerekir.
İcra takiplerinde, alacaklı ile borçlunun karşılıklı menfaatlerinin dengelenmesi sözkonusu olduğundan, icra ve iflâs hukukunun amacının da, medenî usul hukukundaki gibi, “adalet” olduğu kanısındayım. Adaletin, Devlet’in temeli (başka bir ifadeyle: Devlet’in temelinin, adalet) olduğu düşünüldüğünde, ülkemizde icra takiplerinde de gözlemlenen aksaklıkların süratle ortadan kaldırılması, Devlet’e ve adalet teşkilâtına güvenle doğrudan ilgilidir. Bu konudaki güvenin azalışı, hak arayanları, hukuk devleti anlayışı ile kesinlikle bağdaşmayan başka yollara itme tehlikesini içerir.
İcra ve İflâs Kanunumuz, 1932 tarihlidir. Bugüne kadar, 22 kez değişmiştir ve bu değişikliklerin önemli bir kısmı çok köklü değişikliklerdir. Günümüzde de yeni kanun değişiklikleri üzerinde çalışmalar yapıldığı bilinmektedir. Kanımca bu değişikliklerin yanısıra ihmal edilmemesi gereken en önemli husus, uygulayıcıların durumudur. 2014 tarihi itibariyle, ülkemizde derdest icra dosyası sayısı, 23.925.000 iken, icra müdür ve yardımcılarının sayısı yalnızca 3.295’dir. Bu sayılar, icra dairelerinin altından kalkılamayacak kadar büyük bir yük ile karşı karşıya olduğunu göstermekte ve bu durum, “adalet” açısından büyük bir tehlike arzetmektedir. Adaletin gerçekleştirilmesinde, “insan” unsuru en önemli unsurdur. Çünkü, “iyi kanunlar, kötü uygulayıcı elinde kötü; kötü kanunlar, iyi uygulamacı elinde iyi kanunlardır. Daha önceki çeşitli yayınlarımda davalar bakımından vurgulayarak tekrar ettiğim üzere, icra takiplerindeki aksaklıkların giderilmesi ve adaletin bu konuda da tesisi için, kısa, orta ve uzun vadeli tedbirlere ihtiyacımız vardır. Kanımca kısa vadede, öncelikle bilgili, çalışkan, ahlâklı, ve diğer yüksek niteliklere sahip icra dairesi çalışanı istihdam edilmesine önem verilmelidir. Bunun için, mesleğin özendirilmesine yönelik olarak icra dairesi çalışanlarının maaşları bugünkü seviyelerinin en az iki katı oranında arttırılmalı ve icra dairesi başına düşen dosya sayısı dikkate alınarak, çalışan sayısı, en azından üçe katlanmalıdır. Bu konulardaki iyileştirmeler fiilen gerçekleştirilmeden yapılacak kanun değişiklikleri, uygulamada umulan yararı sağlayamaz. Bunun somut kanıtlarından biri, 2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’dur. Hâkim sayısı yeterince arttırılmadığından, davalardaki aksamalar devam etmektedir ve örneğin, toplumsal barış ve mahkeme yükünün azaltılabilmesi açısından çok önemli olan “sulh” ile ilgili olarak yeni getirilen hükümler, işletilememiş ve “ölü hükümler” olarak kâğıt üzerinde kalmıştır. Başka bir düzlemdeki kötü örnek, İcra ve İflâs Kanunu’muzda daha önce çeşitli tarihlerde yapılan değişikliklerle, büyük umutlarla, getirilen “iflâs ertelemesi”, “mevcudun terki suretiyle konkordato”, “yeniden yapılandırma” müesseseleridir. Çeşitli nedenlerle, iflâs ertelemesi, konkordato hükümlerini uygulamaz hale getirmiş; diğerleri, yaşama geçememiştir. Özetle, vurgulamak istediğim husus, kanun değişikliklerinin üst yapıyı, buna karşılık uygulamacı konusunun ise alt yapıyı oluşturduğu ve alt yapısı yeterli olmayan üst yapının sağlıklı sonuçlar vermeyeceğidir. Geçmişteki örneklerden ders alınmadan yapılacak olan İcra ve İflâs Kanunu değişikliklerinin, “adalete olan güvensizliği” daha da derinleştirebileceği düşünülürse, harcanan emeklerin ve zamanın boşyere olup olmadığını tartışmanın anlamı bulunmayacaktır!
(Önsöz'den)