Taşınmaz Mülkiyetinin Tescile Zorlama Davası İle Kazanılması - Ahmet Arslan
Hukukumuzda taşınmazlar üzerinde bir ayni hakkın kazanılması, kural olarak tescille gerçekleşmektedir. Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 1021 gereğince; “…ayni haklar, tescil edilmedikçe varlık kazanamaz”. Tescilin olumsuz hükmü olarak da adlandırılan bu ilkeye göre, mülkiyet hakkı ve sınırlı ayni haklar ancak tescil ile kurulabilecek veya devredilebilecektir. Bununla birlikte, anılan ilke mutlak nitelikte olmayıp, kanunla açıkça öngörülmesi halinde ayni hakkın tescilden önce de kazanılması mümkündür. Bu konu TMK m. 705/II’de açıkça düzenlenmiştir. TMK m. 705/II hükmünün 1. cümlesine göre, “Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır”.
Taşınmaz mülkiyetinin “mahkeme kararı” ile tescilden önce kazanılması hali ise TMK m. 716/I’de düzenlenmiştir. Esasen eşya hukukunda taşınmazlarla ilgili, zilyetlik davaları ve istihkak davası bir tarafa bırakıldığında, iki temel davadan söz edilebilir. Bu davalardan biri TMK m. 1025 hükmü ile düzenlenen sicilin düzeltilmesi davası diğeri ise TMK m. 716/I’de yer alan tescile zorlama davasıdır. Taşınmaz mülkiyetinin mahkeme kararı ile tescilden önce kazanılması, tescile zorlama davası ile gerçekleşmektedir.
Ahmet Arslan tarafından yüksek lisans tez konusu olarak seçilen bu çalışma tescile zorlama davasını konu edinmektedir. Tescile zorlama davası ile, mülkiyet hakkkını kazanmasını gerektiren bir hukuki sebebi olduğunu iddia eden ve buna ilişkin geçerli olarak kurulmuş kişisel hakkına dayanan davacı, malikin tescili talep etmekten kaçınması halinde, hâkimden mülkiyet hakkının kendi üzerine hükmen geçirilmesini istemektedir.
Tescile zorlama davasının açılabilmesi için maliki taşınmaz mülkiyetini devretme borcu altına sokan kanundan veya sözleşmeden kaynaklanan bir ilişki olmalı ya da alım, önalım veya geri alım gibi yenilik doğuran bir hak kullanılmalıdır.
Türk hukukunda bu davanın geniş bir uygulama alanı bulunmaktadır. Tescile zorlama davası, eşya hukuku ve borçlar hukukundan kaynaklanan farklı hak ve sözleşmeler bakımından açılabileceği gibi, isimsiz sözleşmelerde, aynen geri vermenin
talep edildiği hallerde sebepsiz zenginleşme, vekaletsiz iş görme durumlarında, hatta bazen idari makam kararları sonucunda da açılabilir. Bu nedenle uygulamada sık karşılaşılan bir davadır.
Aynı zamanda farklı hukuk disiplerinin de kesiştiği bir dava olan tescile zorlama davası, birçok niteliği tam bilinmeyen ve zaman zaman sicile zorlama davası ile karıştırılan, hatta her iki dava için de Yargıtay dahil uygulamanın sıklıkla yanlış bir isim kullanarak ve “tapu iptal ve tescil davası” olarak adlandırdığı, bu nedenle de zaman zaman yanlış kararların verilmesi ile gündeme gelen bir dava olma niteliğini taşımaktadır. Tescilen zorlama davası, belirtilen önemine ve uygulamada karşılaşılan sıklığına rağmen, başlıbaşına bir konu olarak ele alınıp incelenmemiştir. Yüksek lisans tezi için ağır bir konu olmakla birlikte, Ahmet Arslan’ın bu konuyu seçmesi başta beni biraz korkutsa da, lisans döneminden de öğrencim olan ve çalışkanlığı, titizliği, azmi ile ön plana çıkmayı başaran Ahmet’e duyduğum güven, ilgi alanına giren bu konunun üstesinden gelebileceğine olan inancımı sağlamlaştırmıştır. Son derece planlı bir şekilde çalışmaya başlayan Ahmet, yüksek lisans düzeyinde beklenmeyecek oranda büyük bir başarı göstererek, Türk ve İsviçre kaynaklarını eksiksiz bir şekilde inceleyip değerlendirerek ve çok önemli bazı yeni fikirler geliştirerek bu tezi tamamlamıştır.
Öğrencim olması ile gurur duyduğum Ahmet, tezini hızlı bir şekilde kitap haline getirerek, bu kıymetli çalışmayı doktrin ve uygulamanın takdir ve kullanımına sunmaktadır. Birlikte çalışmaktan daima keyif aldığım Ahmet Arslan’ın gelecekte parlak ve başarılı bir akademisyen olacağına ve başta medeni hukuk olmak üzere hukuk alanına önemli katkılar sağlayacağına olan inancım tamdır.